Aile Hekimleri Tabip Odalarına Üye Olmak Zorundalar mı?

2010 yılı itibari ile ülke genelinde Aile Hekimliği Uygulamasına geçiş sürecinin tamamlanmasına rağmen  halen Aile Hekimlerinin ve Aile Sağlığı Merkezlerinin hukuki statüleri konusunda tartışmalar devam etmektedir. İdare tarafından konu hakkında kesin bir açıklama yapılmadığı gibi yargı makamları tarafından da kapsamlı bir tespit yapılmamıştır. Bu tartışmalara Türk Tabipler Birliği (TTB) de oda üyelikleri konusunda katılmıştır. Acaba, TTB’nin iddia ettiği üzere Aile Hekimleri tabip odalarına üye olmak zorundalar mı?

Tartışma, oda aidat miktarı ile başladı

Türk Tabipleri Birliği tarafından Aile Hekimlerinin hukuki statüleri genel bir tespitten daha ziyade Tabip Odalarına üye zorunluluğu yönünden tartışılmaktadır.

Konu ile ilgili ilk tartışma, İstanbul Tabip Odasının 05.06.2010 tarihli  “Aile Hekimlerinin Hukuki statüsü nedir? Üye olmak zorunda mıdır? Aidat miktarı nasıl belirlenir?” başlıklı Hukuk Bürosu görüşünü 11 Eylül 2010 tarihinde internet sayfasında  yayınlaması ile başlamıştır.

Söz konusu yazıda;

tabip odalarına üyeliğin 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 7. maddesi ile düzenlenmekte olduğu,

5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu uyarınca Aile Hekimlerinin Sağlık Bakanlığı ile bir sözleşme yaparak mesleklerini icra etmekte oldukları,

Bu sözleşmenin, kamusal bir hizmeti vermek üzere kamu otoritesiyle yapılmakla birlikte, ilgili kanun gereği özel hükümlere sahip bir sözleşme olduğu,

Bu yönüyle aile hekimliği sözleşmelerinin, kamu kurumları ile işyeri hekimi arasında yapılan işyeri hekimliği sözleşmelerine benzemekte olduğu,

Aile Sağlığı Merkezlerinin kiraları dahil tüm giderlerinin Aile Hekimleri tarafından karşılandığı göz önünde alındığında özel sağlık kuruluşu niteliği taşımaları nedeniyle 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 7. maddesi 2. fıkrasında tarif edilen “kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri” olarak nitelendirilmelerinin mümkün olmadığı,

Bu durumda;

  • serbest çalışmakta iken aile hekimliği sözleşmesi imzalamış hekimlerin;
    6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen serbest çalışma biçiminde mesleklerini icra etmeye devam ettikleri için, tabip odalarına üyelik yönünden de bu düzenlemeye tabi olacakları,
  • kamu görevlisi iken aile hekimliği sözleşmesi imzalamış hekimlerin;
    5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun’un 3. maddesi gereği kadroları ile ilişkileri devam etmesine rağmen, 6023 sayılı Kanunda üyelik için kabul edilen ölçüte göre serbest çalışmaya başladıkları kabul edileceğinden tabip odasına üye olmaları, tercihlerine bağlı değil zorunlu bir hal almıştır

şeklinde yorum yapılmaktadır.

Aynı zamanda, avukat ta olan Dr. Erkin Göçmen ne diyor?

Aynı zamanda avukat ta olan değerli meslektaşımız Dr. Erkin Göçmen Tabip Odasının bu görüşüne 27.02.2012 tarihli Medikal Akademi sitesinde yayınlanan yazısı ile şu şekilde karşı çıkmıştır:

“Ancak Türk Tabipleri Birliği Kanununa göre aile hekimlerinin tabip odalarına üye olma zorunluluğu bulunmuyor. Nitekim Anayasanın 135 inci maddesi son derece açık: Kamu kurum ve kuruluşlarında asli ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.

Bu kurala göre, kamu kurumunda asli ve sürekli bir görevde çalıştıkları hususunda bir tereddüt olmayan aile hekimlerinin tabip odasına üye olması zorunluluğundan bahsetmek mümkün değil. Zaten Sağlık Bakanlığı da aile hekimliğinde istihdam için tabip odasına üye olma zorunluluğu aramıyor.

Yine Aile Hekimliği Kanununa göre de aile hekimleri görevleriyle ilgili ya da görevleri başında işledikleri veya kendilerine karşı işlenen suçlarda Devlet memuru olarak kabul edilmektedir. Bu durumda aile hekimlerine yükümlülükler bakımından kamu görevlisi, ancak tabip odasına üyelik bakımından özel çalışan sağlık görevlisi statüsü tanımanın hukuka uygun olmayacağı son derece açık.

Özetle aile hekimlerini zorla tabip odasına üye yapmaya yönelik iddiaların hukuksal geçerliliği bulunmuyor.”

TTB söz konusu tartışmayı “bozdolabına kaldırmayı” tercih etti.

TTB söz konusu tartışmayı devam ettirmeme kararı alarak tabiri caiz ise tartışmayı “bozdolabına kaldırmayı” tercih etti.

Aslında konu buzdolabına kaldırılmamış, sahada ise düşük yoğunlukta tartışılmaya devam ediyordu.

Hatay ilinde görev yapmak olan bir Aile Hekimi meslektaşımız tarafından tabip odası üyeliğinin sonlandırılması istemiyle yapmış olduğu başvurunun oda tarafından red edilmesi üzerine, konuyu serbest meslek faaliyeti yürütmediği, Aile Hekimi olarak özel/serbest değil kamu içerisinde faaliyet gösterdiği, ödemenin devlet tarafından yapıldığı iddiası ile 2014 yılında Hatay İdare Mahkemesine taşımıştır.

Hatay İdare Mahkemesi 16.03.2015 günlü, E:2014/47, K:2015/741 sayılı kararı nda yer verdiği;

“… aile sağlığı merkezlerinin, kurum tarafından öngörülen nüfus kriterleri esas alınmak suretiyle sözleşme yapmış bir ya da daha fazla aile hekimi tarafından açılabilecek olması, yine fiziki şartlarının ve teknik donanımının saptanması, ile sağlık hizmeti personeli ve çeşitli nitelikte personel istihdam edilebilecek olması ve 5258 sayılı Yasa’nın 4. maddesinde hazine, belediye veya il özel idaresine ait taşınmazların Aile Sağlığı Merkezi olarak kullanılmak üzere aile hekimine kiraya verilebilecek olmasının öngörülmesi karşısında, bu yerleri kamu sağlık kurum ve kuruluşu olarak kabul etmeye olanak bulunmadığı, dolayısıyla sözleşmeli olarak görev yapan aile hekimlerinin bir kamu sağlık kurum ve kuruluşunda çalışmadıkları sonucunda ulaşılmaktadır.

Bu durumda, yukarıda yer verilen mevzuat uyarınca doktorların tabip odalarına üye olmalarının zorunlu olduğu, bunun istisnasının ise kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanların oluşturduğu, davacının da sayılan istisnalar kapsamında bulunmayıp aile hekimi olarak çalıştığı açık olup, tabip odasına üyeliğinin zorunlu olup…..” şeklindeki gerekçe ile Aile Sağlığı Merkezlerinin kamu kurum veya kuruluşu olamayacaklarının altı çizilmiştir.

TTB’nin 30/07/2015 tarihli açıklaması

Türk Tabipleri Birliği Merkez konseyi söz konusu kararın ardından 30/07/2015 tarihinde internet sitesinde şu açıklamalarda bulunmuştur;

“…..
Belirtmek gerekir ki bugüne kadar Türk Tabipleri Birliği’nce birinci basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin kabul edilemez olduğu ve aile hekimlerinin görev yaptığı sağlık kuruluşlarının “kamu kurumu” statüsüne kavuşturulması gerektiği bildirilmesine karşın, Sağlık Bakanlığı’nca gerekli adımlar atılmamıştır.  Ne yazık ki bugün, kamu hizmeti sunmakla ve kendileri de birer kamu görevlisi olmakla birlikte, Devlet Personel Başkanlığı tarafından yazılan yazıda da açıkça ifade edildiği üzere, aile hekimlerinin görev yaptığı aile sağlığı merkezlerinin mevcut haliyle kamu kurum ve kuruluşu olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, 6023 sayılı Yasanın istisna hükmü kapsamında bulunmayan aile hekimlerinin tabip odalarına üye olmaları zorunludur. Nitekim bir aile hekiminin tabip odası üyeliğini sonlandırmak istemine ilişkin talebinin reddi üzerine Hatay Tabip Odası aleyhine açılan davada Hatay İdare Mahkemesi tarafından verilen 2014/47 E., 2015/741 K. sayılı kararda da aile hekimlerinin tabip odasına üyeliklerinin zorunlu bulunduğu belirtilerek davacı aile hekiminin açtığı dava reddedilmiştir.
……”

Av. Dr. Erkin GÖÇMEN: TTB ve yerel mahkeme hatalı

Av. Dr. Erkin Göçmen 20/10/2015 tarihinde Medikal Akademi sitesinde yayınlanan yazısında  Anayasa MAhkemesinin ve Danıştay’ın bazı kararlarını dayanak göstererek  TTB’nin ve yerel mahkemenin görüşlerinin hatalı olduğunu iddia etmiştir:

“…
Öncelikle meslek odasının bu yaklaşımı çok sakıncalıdır. Şayet bu yaklaşım hukuken itibar görür bir değerlendirme olarak kabul edilirse, aile sağlığı merkezlerinde meydana gelecek bir tıbbi işlem dolayısıyla oluşan zararlardan dolayı Sağlık Bakanlığı değil aile hekimi bizzat sorumlu tutulur. Böyle bir durumun ne tür sosyal sonuçlara yol açacağı açıktır. Ancak gerçekte durum bahsedildiği gibi değildir.
……
Bu ve benzeri diğer kararlar dikkate alındığında aile hekimlerinin kamu görevlisi oldukları, asla serbest çalışan hekim sayılamayacakları ve kesinlikle işveren statülerinin bulunmadığı konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.

Buna rağmen, Ankara Tabip Odasının ve belki de başka tabip odalarının (Yüksek Yargı denetiminden geçmemiş Hatay İdare Mahkemesi kararına dayanarak) aile hekimlerine ivedilikle odaya üye olmaları gerektiklerini “hatırlatması” bunu da mesleki nezaketin dışına çıkan bir yazı ile hekimlere tebliğ etmeleri kabul edilebilir bir tutum değildir.

Maalesef bu ve benzeri yazılar aile hekimlerini korkutarak tabip odasına üye olmalarını sağlama ve üyelik aidatı ödemelerini temin amaçlı yazılmış yazılardır. Şüphesiz her aile hekimi tabip odasına üye olabilir. Ancak hiçbir aile hekimi tabip odasına üye olmaya ve üye kalmaya zorlanamaz.”

“KAMU KURUMUNDA ÇALIŞMAYAN KAMU GÖREVLİSİ”

Gerek Türk Tabipleri Birliğinin, gerek Av. Dr. Erkin Göçmen’n gerekse de yerel mahkemenin gözden kaçırdıkları önemli nokta “AİLE HEKİMLERİNİN ÖZEL BİR MUAYENEHANEDE KAMU HİZMETİ SUNAN KAMU GÖREVLİLERİ” olduğu gerçeğidir.

“KAMU KURUMUNDA ÇALIŞMAYAN KAMU GÖREVLİSİ”

İlk bakışta mantığa, pratik hayata ve hukuka aykırı bir tanımlama gibi gelebilir. Ancak dikkatle incelendiğinde ve üzerinde uzun uzadıya düşünüldüğünde Aile Hekimlerinin hukuki statülerinin (Noterler ile olan birkaç küçük ortak noktaları dışında) eşi ve benzerinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Önce 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 7. maddesini dikkatle inceleyelim:

Madde 7- Bir tabip odası sınırları içinde sanatını serbest olarak icra eden tabipler bir ay içinde o il veya bölge tabip odasına üye olmak ve üyelik görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
                 Mesleklerini serbest olarak icra etmeksizin kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanlar ile herhangi bir sebeple mesleğini icra etmeyenler tabip odalarına üye olabilirler.
                 Özel kanunlarında üye olamayacaklarına dair hüküm bulunanlardan mesleklerini serbest olarak da icra edenler; mesleki hak, yetki, disiplin ve sorumluluk bakımından bu Kanun hükümlerine tâbidirler.

Kanun maddesinin birinci fıkrası uyarınca, “mesleğini SERBEST icra eden tabipler”in tabip odasına üye olmaları gerekmektedir. Peki mesleği “SERBEST” olarak icra etmek ne demektir?

Kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolu görev yapan hekimler “Kamuya BAĞLI” hekimler iken, Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmayan tüm hekimler “SERBEST” hekimler midirler?

Daha  doğrusu “KAMUYA BAĞLI ÇALIŞMA”nın kriteri nedir?
Kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolu çalışma mıdır?
Devletin denetiminde hizmet verip ücretini yine devletten alarak çalışma mıdır?

2 ayrı statüde Aile Hekimi çalıştırılmaktadır

Aile Hekimlerinin ve Aile Sağlığı Merkezlerinin Hukuki Statüleri konulu yazımda ayrıntılarını paylaştığım üzere

Sağlık Bakanlığı tarafından iki ayrı hukuki statüdeki hekimler Aile Hekimi olarak çalıştırılmaktadır;

1. Hizmet Sözleşmesine bağlı çalışma: Sağlık Bakanlığı ile karşılıklı Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imza altına alınarak Aile Hekimi olarak çalışma. Bu gruptaki Aile Hekimlerinin hukuki statüleri iki alt gruba ayrılmaktadır:

a.Sağlık Bakanlığına veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan hekimler: Kendilerinin talebi ve kurumlarının veya Bakanlığın muvafakatı üzerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın çalışan hekimler olup Hizmet Sözleşmesi imzalanması noktasında öncelikli grubu oluşturmaktadırlar.

b.Kamu görevlisi olmayan hekimler: Türkiye’de mesleğini icra etmeye yetkili,[4] 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci maddesinin (A) bendinin (4), (5) ve (7) numaralı alt bentlerindeki şartları taşıyan hekimler.

2. Görevlendirme ile çalışma: Sağlık Bakanlığına bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan hekimlerin, sözleşme yapılmaksızın geçici bir süre Aile Hekimliği Hizmetlerini sunmaları için çalıştırılmaları.

Sağlık Bakanlığına veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan hekimlerin, Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imzaladıkları andan itibaren sözleşmelerinin devamı boyunca kurumlarında aylıksız veya ücretsiz izinli sayılmaları ve kadroları ile ilişkilerinin devam etmesi göz önüne alındığında, her ne kadar ücretsiz izinde olsalar dahi Kamu Görevlisi statülerinin devam ettiği aşikardır.

Kamu görevlisi olmayan hekimlerin Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imzaladıkları andan itibaren sözleşmelerinin devamı boyunca kamu nezdindeki hukuki statüleri konusundaki tereddüt ise, Anayasa Mahkemesinin 21 Şubat 2008 tarih ve E.2005/10, K.2008/63 sayılı Kararı  ile giderilmiştir;

Söz konusu kararda Kamu Görevlisi olma kriterleri şu şekilde hüküm altına alınmıştır;

-Kamu Hizmeti sunma
-Ücretlerin idare tarafından ödenmesi
-Düzenlenen kayıt, evrak ve belgelerin resmi kayıt ve evrak niteliğinde olması
-Görevleri başında işledikleri veya kendilerine karşı işlenen suçlarda Devlet memuru gibi kabul edilmeleri

Görüldüğü üzere Yüksek Mahkeme önceden kamu görevlisi olmayan hekimleri idare ile Aile Hekimliği Hizmet Sözleşmesi imzaladıktan sonra “Kamu Görevlisi” olarak tescil ederken “kamu kurumunda kadrolu olarak çalışma” gibi bir kriteri göz önüne almamıştır.

Peki Anayasa Mahkemesi başka kararlarında da “kamu görevlisi” tanımını nasıl yapmıştır?
Kamu Görevlisi olmak için “kamu hizmeti”ni sunmak yeterli midir? Kamu kurumunda kadrolu çalışmak şart mıdır?

Anayasa Mahkemesinin 9/2/1993 günlü, E:1992/44, K:1993/7 sayılı Kararında şu tespitlerde bulunulmuştur:

genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerde kadro esastır. Bu hizmetlerin yapısal ve işlevsel özellikleri onu diğer hizmetlerden ayırır. Genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerine ilişkin asli ve sürekli görevlerin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından yerine getirileceği ve bu görevlerin kadroya bağlanması dışında, merkezi idare ile statüer bir ilişki içinde olması ve kamu gücünün kullanılması biçiminde özellikleri görülmektedir

Açıkça görüldüğü üzere Yüksek Mahkeme kamu görevilerinin devlet teşkilatındaki kurumlarda “kadrolu” hizmet vermeleri gerektiğinin altını çizmiştir.

Ancak AYM 2007 yılında bu görüşünü değiştirerek, 22/11/2007 günlü, E:2004/114, K:2007/85 sayılı kararında şu tespitlerde bulunmuştur:

Anayasa’nın 128. maddesinin birinci fıkrasında “Devletin kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmektedir. Bu kuralla açıkça memur ve kamu görevlisi tanımı yapılmamış, onlara gördürülecek iş belirlenme yoluna gidilmiştir.

En geniş tanımı ile kamu hizmeti, devlet ya da diğer kamu tüzelkişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimleri altında, ortak gereksinimleri karşılamak ve kamu yararını sağlamak için topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir. Toplumsal yaşamın zorunlu gereksinimlerinden olan düzenlilik ve süreklilik isteyen sağlık hizmeti de nitelikleri gereği kamu hizmeti olarak değerlendirilmektedir.

Anayasa’nın 47. maddesine eklenen dördüncü fıkra ile kamu hizmetlerinden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceği veya bunlara devredilebileceği konusunda yasama organı yetkili kılınmıştır.

Anayasa’nın 5. maddesinde, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmış, 56. maddesinde de, “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” denilmiştir.

Sağlık hizmetleri nitelikleri gereği diğer kamu hizmetlerinden farklıdır. Sağlık hizmetinin temel hedefi olan insan sağlığı sorunu, ertelenemez ve ikame edilemez. Bilime dayalı olması gereken tanı ve tedavi metotlarının insan yararına sürekli yenilik ve gelişme göstermesi, hizmet kalite ve beklentilerini çağın koşullarına yaklaştırmayı gerektirmektedir. Bu yönüyle sağlık hizmetleri, kendi iç dinamikleri ve nitelikleri gereği üretilmesi ve halk yararına sunulmasında özel sektörün kazanç, rekabet ve büyüme dinamiklerinden yararlanacak türdeki hizmetlerdendir.

Anayasa’nın 47. maddesi ile 128. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sağlık hizmetlerinin bütünüyle devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu bir kamu hizmeti şeklinde nitelendirilmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla sağlık hizmetinin tamamının salt memur ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerektiğinden söz edilemeyeceği gibi, 47. maddesinde öngörülen hizmet kapsamında bunun özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılabileceği olanaklıdır.”

Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, son yıllardaki kararlarında kamu hizmetini sunan kişilerin kamu kurumlarında kadro esası ile çalışıp çalışmadıkları noktasından uzaklaşarak, kamu hizmetlerinin devletin kontrolünde sürekli ve düzenli bir şekilde sunulması amacıyla üçüncü kişilere yaptırılabileceğini belirtmektedir.

Buraya kadar paylaşmış olduğum hususlar ışığında,  Aile Hekimlerinin Sözleşme imzalamadan önce kamu kurumlarında 657 sayılı Devlet Memurlarına tabi görev yapıyor olmaları veya olmamalarının önemi olmadığı, her iki gruptaki Aile Hekimlerinin de “kamu görevlisi” statüsünde oldukları açıktır.

Aile Hekimlerinin kadroları var mıdır? Varsa hangi devlet kurumundadır?

Peki Aile Hekimlerinin kadroları var mıdır?
Kadroları var ise hangi devlet kurumundadır?
Aile Sağlığı Merkezi şeklinde devlet teşkilatında bir kurum var mıdır?
Kirasını Aile Hekimlerinin ödeyerek özel binalarda oluşturdukları Aile Sağlığı Merkezleri devlet teşkilatında nasıl kayıt altına alınmışlarıdır?

Aile Hekimlerinin kadroları konusuna en güzel cevabı Maliye eski Bakanı sayın Mehmet Şimşek, Gaziantep Milletvekili Sayın Dr. Mehmet ŞEKER’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına iletmiş olduğu 7/3765 esas no’lu yazılı soru önergesine vermiş olduğu 07.03.2012 tarih ve 025273 sayılı cevabi yazıda şu ifadeler ile vermiştir;

“(488 sayılı Damga Vergisi Kanunu uyarınca) … resmi daireler ile kişiler arasındaki işlemlere ait kağıtların damga vergisinin kişiler tarafından ödeneceği; 8. Maddesinde, bu Kanunda yazılı resmi daireden maksadın, genel ve özel bütçeli idarelerle, il özel idareleri, belediyeler ve köyler olduğu, bu dairelere bağlı olup ayrı tüzel kişiliği bulunan iktisadi işletmelerin resmi daire sayılmayacağı; …

… 6111 sayılı Kanunun 83üncü maddesinin (b) bendiyle 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa ekli (2) sayılı tablonun “V-Kurumlarla ilgili kağıtlar” başlıklı bölümüne eklenen (25) numaralı fıkra ile, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren kamu kurum ve kuruluşlarının merkez ve taşra teşkilatı ile döner sermaye işletmelerinin kadrolarında ve sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilen sözleşmeli personel ile yapılan hizmet sözleşmeleri damga vergisinden istisna edilmiştir.

24/11/2004 tarihli ve 5258 sayılı Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanunun 3üncü maddesi gereğince kamu görevlisi olmayan uzman tabip, tabip ve aile sağlığı elemanlarının sözleşme yapılarak Aile Hekimliği uygulamalarını yürütmek üzere çalıştırılabilmeleri için Maliye Bakanlığınca uygun görüş verilmesi gerektiği, bunun dışında, söz konusu personel için Maliye Bakanlığınca ayrıca pozisyon vizesi yapılmadığı ve bu personele yapılan her türlü ödemelerin Sağlık Bakanlığının ilgili yıl bütçesinde yer alan “03.5 Hizmet Alımları” ekonomik kodunu içeren tertiplerden yapıldığı hususları dikkate alındığında, sözleşmeli personel pozisyonunda istihdam edilmeyen Aile Hekimleri ve Aile Sağlığı Elemanlarının kurumları ile düzenlenmiş oldukları hizmet sözleşmelerinin damga vergisinden istisna tutulması mümkün bulunmamaktadır.
….”

İlgili yazıda da altı çizildiği üzere, Aile Hekimleri, kamu kurum ve kuruluşlarının kadrolarında veya sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilen sözleşmeli personel statüsünde değillerdir.

02/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmi Gazete’de (Mükerrer) yayınlanarak yürürlüğe giren 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Bağlı Kuruluşların Teşkilatı” başlıklı 35. Maddesinin 5inci fıkrasında “Bağlı kuruluşların personeli 657 sayılı Kanuna tâbidir” hükmü yer almakta olup, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın çalışan Aile Hekimlerinin statüleri de göz önüne alındığında, Aile Hekimlerinin Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarında görev yapan personel olmadıkları bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Zaten 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 5. maddesinde yer alan “Bu Kanuna tabi kurumlar, dördüncü maddede yazılı dört istihdam şekli dışında personel çalıştıramazlar.” cümle ile kamu kurumlarında 657 sayılı Kanun’a tabi olmayan kişilerin çalıştırılamayacağı açıkça hüküm altına alınmıştır.

Aile Hekimlerinin görev yaptıkları Aile Sağlığı Merkezlerinin de 5258 sayılı Yasa’da, sadece  “Kamuya ait taşınmazların kullanımı” başlıklı 4. Maddede, “Hazine, belediye veya il özel idaresine ait taşınmazlardan aile sağlığı merkezi olarak kullanılması uygun görülenler, Maliye Bakanlığı, belediye veya il özel idarelerince bu amaçla kullanılmak üzere doğrudan aile hekimine kiraya verilebilir.” hükmü ile sadece isim olarak yer almakta olup,  herhangi bir kuruluş şekli, bütçesi ve teşkilat yapısı ile ilgili hiçbir tanımlama yapılmamıştır.

Oysa 12/01/1961 tarih ve 10705 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunun, 2. Maddesinde Sağlık Ocakları, “Takriben 5000 – 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il içinde idari taksimata uyması icab etmez.” şeklinde tanımlanmış ve 10. Maddesinde de yer alan “Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip tarafından yürütülür.” hükümler ile kuruluş şekilleri, bütçe ve teşkilat yapıları belirtilmiştir.

Aile Hekimlerinin kamu görevlisi oldukları, ancak görev yaptıkları Aile Sağlığı Merkezlerinin bırakın kamu kurumu olmayı, özel bir kurum dahi olmadığı ortaya çıkmıştır.

Devlet Personel Başkanlığı: ASM’ler kamu kurum ve kuruluşu değildir

Başkanlığın Türk Tabipleri Birliği’ne vermiş olduğu 10/10/2011 tarih ve 18493 sayılı görüş yazısında;

“…. 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2inci maddesinde mezkur KHK’nın kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşları sayılmakta olup, aile hekimlerinin kamu kurum ve kuruluşu olarak değerlendirilmelerinin mümkün olmadığı, …..” şeklinde yer verilen görüş ile, Aile Sağlığı Merkezlerinin kamu kurum veya kuruluşu olmadıkları tereddüte yol açmayacak şekilde açıklanmıştır.

SONUÇ

Bunca uzun açıklama sonrası konuyu 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun 7. maddesini hatırlayarak sonuca bağlayalım:

Madde 7- Bir tabip odası sınırları içinde sanatını serbest olarak icra eden tabipler bir ay içinde o il veya bölge tabip odasına üye olmak ve üyelik görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
                 Mesleklerini serbest olarak icra etmeksizin kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanlar ile herhangi bir sebeple mesleğini icra etmeyenler tabip odalarına üye olabilirler.

Aile Hekimleri;
-Kamu Hizmeti sunmaları
-Her ne kadar maaş/aylık değil, “03.5 Hizmet Alımları” ekonomik kodlu bütçe kaleminden “Hak Ediş” alıyor olsalar da söz konusu kaynağın kamu kaynağı olması, vatandaştan herhangi bir ücret almamaları,
-Düzenlemiş oldukları kayıt, evrak ve belgelerin resmi kayıt ve evrak niteliğinde olması
-Görevleri başında işledikleri veya kendilerine karşı işlenen suçlarda Devlet memuru gibi kabul edilmeleri,
göz önüne alındığında “serbest” çalışan hekimler olarak değerlendirilmeleri mümkün değildir.

Hizmet sunmuş oldukları Aile Sağlığı Merkezlerinin;
-217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2inci maddesinde zikredilen kurum ve kuruluşlar arasında yer almamaları,
-Devlet tarafından kurulmadıkları,
-Bütçeleri olmadıkları,
-Teşkilat yapılarının olmaması,
göz önüne alındığında kamu kurum ve kuruluşları arasında sayılmaları mümkün değildir.

İşte bu noktada ben işin işinden çıkamadığım için topu Türk Tabipleri Birliği’ne bırakıyorum:

Aile Hekimleri Tabip Odalarına Üye Olmak Zorundalar mı?

AİLE HEKİMLERİ ;

SERBEST ÇALIŞAN HEKİMLER OLMADIKLARI İÇİN 6023 SAYILI KANUN UYARINCA TABİP ODALARINA ÜYE OLMAK ZORUNDA DEĞİLLER

-HİZMET VERDİKLERİ AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİ KAMU KURUM VEYA KURULUŞU OLMADIĞI İÇİN 6023 SAYILI KANUN UYARINCA TABİP ODALARINA ÜYE OLMAK ZORUNDADIRLAR

ŞAHSİ FİKRİM, HER HEKİM TABİP ODASINA ÜYE OLUP, KANUNLA KURULMUŞ ÇATI ÖRGÜTÜ NİTELİĞİNDEKİ TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ BÜNYESİNDE MESLEĞİ VE TÜM MİLLETİ İÇİN ÇABA SARF ETMELİDİR.